Yoksa rahmet neden uzak kalsındı bize?"
Ahmet Kaynar
Aşk, âşık ile mâşuk
arasında görünmez bağlar inşa eder. Aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa
olsun, âşığın acıyan bir yanının mâşukta can bulması halidir, adı aşk.
Aşk, arafta kalma halidir.
Bir uçurum kenarıdır, uçurumun kenarındaki güle tutunmaktır, tutulmaktır, adı
aşk.Aşk, onu oluşturan tevafuklarla mutlu olmaktır, teslim olmaktır. Hayallerini, hasretlerini, sevdanı biriktirerek duâna katıp, teslim olmaktır, bir tevekkül halidir adı aşk.
Aşk, tabi ki filmlerden öğrenilmez. Ancak aşkın iyi ve güzel yanını, saflığını, merhameti, sınırları, bekleyişi destekleyen bir film var. Heiran, 2009, İran yapımı bir film. Bu filmi kısa kesitleriyle, dublajsız ve alt yazısız izlemiş olsam bile, bende uyandırdıklarını sevdim, aşkı sevdim, aşkın doğru ve güzel yaşanmış olmasını sevdim.
Sınırların, savaşların
olduğu bir dünyada insan neye, nasıl güvenip sevebilirdi ki? Kalın duvarların
ayırdığı topraklar üzerinde iki hayat nasıl bir olabilirdi?
Mahi, İran'da yaşayan
henüz okula giden küçük bir kız. Bir gün okuldan eve dönerken otobüste bir
çocuk ile (Heiran) göz göze gelir. O an, sözcüklerle değil de, bakışlarla bir
şeyler anlatılmıştır iki insan arasında. Onlar için bu yeterli olmuştur. Çünkü onların
gözleri, ilk kez bir başkasının gözleriyle muhabbet etmiştir. Bu, bizim gibi
gözleri siyah lekelerle dolmuş insanların anlayabileceği bir şey değildir.
Bir Afgan mültecisi olan
Heiran, İran'da kaçak bir şekilde çalışmanın gayretini verirken, ikinci mücadele
ise Mahi ile babası arasında yaşanır.
Tüm imkansızlıkların
sınırları zorladığı yaşam içerisinde evlenirler ve "Sevgi karın
doyurmaz." sözüne inat, gülümsemelerini, sevdalarını terk etmezler.Ne var ki, dünya tüm kararlılığı ile onları ayırmaya yemin etmişçesine dört bir taraflarını kuşatır. Heiran bir gün, hamile eşini bıraktığı masal evlerine geri dönemez, adına sınır denen o çizginin öte yanına düşer.
Böylesine güçlü bir sevgiye sahip insanlara sınır engel olabilir mi?
Mahi, işte bu cevabı almak üzere kucağında yeni doğan kızı ile sevdiği adamı bulma derdi ile sınıra gider. Pasaportun dahi ne olduğunu bilmeyen bir masumiyet ile İran-Afganistan sınırında sevdası ile tüm dünyaya meydan okur.
Oysa o sadece tüm hayatını
bir bisikletin arkasında, elinde çiçeği, uçuşan çiçekli baş örtüsü, yüzündeki
mutluluk ve gönlündeki sevdayla önündeki adama tutunarak geçirmek ister. Sizce çok şey mi
bu?
İnsan olmamız en büyük özelliğimiz ise, dillerimizin, milletlerimizin,
düşüncelerimizin, hırslarımızın oluşturduğu sınırlara ne için ihtiyacımız var?
Biliyorum, günümüzde milyonlarca insanın vatansız kaldığı, feryatların koptuğu,
çocukların öldüğü, babaların evlerine bir daha geri gelemediği, annelerin
ağlamaktan başka çarelerinin kalmadığı, savaşın diri bir kalp bırakmadığı bu dünyada bu soruları sormak manasız.
Ancak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey, vesselâm!
Yorumlar
Yorum Gönder